Kent, hangi büyüklükte olursa olsun, kültürün yaratıldığı, saklandığı ya da saklanamadığı, değerli bulunduğu ya da bulunmadığı, anlaşıldığı ya da anlaşılamadığı, yozlaştırıldığı, yıkıma, şiddete uğratıldığı bir ortamdır. (Çotuksöken, 2009.)
İstanbul’ un batısında yer alan ve Marmara Denizi’nin kuzey kıyısına kadar uzanan Küçükçekmece İlçesi, İstanbul’un bilinen en eski yerleşim alanlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Yarımburgaz Mağarası’nda rastlanan buluntular tarih öncesi çağda, Paleolitik Dönemde yerleşildiğini ve Roma, Geç Antik ve Bizans dönemlerinde “Region” denilen bir bölge olduğunu ortaya koymaktadır. (Dünden Bugüne Küçükçekmece Belediyesi, 2009:5) Bizans’ın Avrupa ile en önemli bağlantılarından biri olan “Via Egnetia (Anayol)” bu bölgeden geçmekteydi. (Akşehirli, 2005:67) Yakın geçmişe bakılırsa 1800’lü yıllarda nüfusun yarısı Türk, yarısı Rum halkından meydana gelen Küçükçekmece, 1923’ ten sonra ise mübadele ile giden Rumların yerine gelen Türklerle buluştu. Bu dönemde köy halkı genelde çiftçilikle uğraşıp, bağ bahçe işlerinde çalışmışlardır.
Süreç içerisinde bugünkü halini alan ilçe, İstanbul’ un batı sınırına yakın bir bölgede sahip olduğu doğal, tarihi fonksiyon ve ulaşım ve yapı değerleriyle stratejik açıdan önemli bir yere ve pek çok potansiyele sahiptir. Ve bu haliyle adeta küçük bir İstanbul’u tarif etmektedir. Bir yanda metropolün batı kanadında önemli bir transfer noktası, diğer yanda da sahip olduğu Marmara-Küçükçekmece Gölü kıyıları, su yüzeyleri gibi doğal yapı değerleri, olimpiyat parkı, hava alanı, eğitim yerleşke alanı, organize sanayi bölgesi, toptan ticaret alanları, Basın Ekspres yolu vb. ana ulaşım aksları, teknopark ve arkeolojik ve doğal sitleriyle oldukça önemli bir konuma sahiptir. Gelişimin önemli nedenlerinden biri de İkitelli’ de 765 hektar alan üzerinde kurulan İkitelli Küçük Sanayi Bölgesi’nin kurulmasıdır. Sadece ilçe içinde değil tüm metropoliten Alana hitap edebilecek bir yelpazeye sahip olan değerleriyle potansiyel kimliğini ortaya çıkarması gerekmektedir.
İlçe ve civarının Olimpiyat parkı ile değişen çehresi yeni bir kimlik kazanmış, bölgenin popülerliği ve prestiji bu doğrultuda hızla artmıştır. Ayazma Bölgesi de 80’lerde geçirdiği gecekondulaşma sürecinin sonunda, kentin çeperlerine doğru genişlemesiyle merkezde kalmış ve stratejik önemi de bu oranda artmıştır. Uygulanan politikalar “gecekondu”yu bir bina sorunu olarak ele almış ve sermayenin kenti rant arazisi olarak kullanmasını doğal kılmıştır. Bu tutum, planlamanın “kâğıt üzerinde kalan mesnetsiz kararlara dönüşmesinde de çok önemli bir etken olmuştur. Gecekondulaşma kent ölçeğinde bakıldığında kimliği zedeleyen bir simge haline gelse de, sorunun temeli sosyal yapıda aranmadığı için dönüşüm projeleri de sorunlu bölgenin yer değiştirmesi ve koşulların makyajlanması gibi yüzeysel kalmaktadır. Bu noktada dönüşüm adı altında boşaltılan merkezi alanlara ne olduğu da göz ardı edilmemelidir. Kent içinde olup bitenler, kent için, kente dair yapıla gelenler hep bir ağızdan aynı sonuca varmaktadır. Kentin; doğal, tarihi, yapısal, kültürel kimliğiyle bütünleşmek yerine, parçalanıp, parsellenip paylaşılacak bir meta haline getirildiği açıktır.
Kentsel Dönüşüm Programının Düşündürdükleri.
Thomas’a (2003) göre kentsel dönüşüm “kentsel sorunların çözümlenmesini sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamayı amaçlamış geniş kapsamlı bir vizyon ve eylemdir. Kentler, sahip oldukları dinamikler doğrultusunda; fiziksel, sosyal, ekonomik ve teknolojik alanlarda sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedirler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkemize özgü yaşadığımız sanayileşme, kentleşme 1950’lerde başlayan ve o dönemlerde devlet politikaları ile de desteklenen göç hareketlerinin fiziksel mekâna yansıması, kentsel sorunların yaşandığı bölgelerde dönüşümü başlatmıştır. (Işık,1995)
Dönüşüm, fiziksel ve sosyal boyutları direkt etkilediğinden, üzerinde uzun uğraşlar gerektiren, uzun soluklu bir ön planlama ile düşünülmesi gereken bir konudur. Oysa küreselleşme beraberinde neo-liberal politikaları getirdi, kentler yalnız ülkemizde değil, tüm dünyada sermayenin rant alanı olarak paylaşılmaya başlandı. İstanbul uluslararası sermaye birikimine uyum sağlayabilen bir kent olarak öne çıktıkça, kentsel haklar üzerinde süren pazarlık ve gerilim yükselmektedir. Yeni plazalar ve iş merkezlerinin ardındaki gecekonduların kentsel hizmetleresosyal hakların özelleştirilmesiyle kentin “planlama, kalkınma” süreçlerinde sermaye örgütlerini söz sahibi olmasıyla paralel olarak azalmaktadır. (Başak Ergüder & Fuat Ercan, 2009)
Küçükçekmece ilçesi içerisinde kalan Ayazma Yenileme alanı hazine mülkü üzerine illegal olarak yapılanmış, ağırlıklı olarak tek katlı konutların bulunduğu teknik ve sosyal altyapı açısından donatıdan yoksun bir bölgeydi. Kentsel Dönüşüm kapsamında Ayazma’da yapılan tahliye, orada yaşayanlara yeni bir yaşam alanı sunma gereksinimiyle okları Bezirganbahçe’ ye çevirdi. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nca belirlenen bölgede, önerilen projeyle Ayazma gecekondu bölgesinde yaşayan halka yeni bir yaşam sunuldu.
Kamu kurumlarının olmadığı, kanalizasyondan sağlığa, eğitimden ulaşıma kentsel hizmetlerin ulaşmadığı, yerel halkın enformel faaliyetler ile yaşam mücadelesi verdiği mahalle kentsel dönüşüme Olimpik Stadyum inşası ile dahil oldu. 2003 genel seçimleri sonrasında başlayan süreç, yerel halk tarafından arazilerinin değerleneceği yönünde umudun oluşmasına neden oldu. Sosyal hizmetler bakımından yolların olmadığı, okul-hastane- sağlık ocağının bulunmadığı ve oldukça tehlikeli bulaşıcı hastalık saçan bir nehrin senelerdir yaşlı ve çocukları tehdit ettiği Ayazma’da kentsel yenilenme surecinde değerlenen araziden yerli halkın boşaltılması ile başladı. 77 hanenin yaşadığı Ayazma’da atılan ilk adımın sonrasında, TOKİ’nin Bezirganbahçe Toplu Konutlarına taşınan Ayazma sakinleri için yoksulluk karşısında sunulan seçenek “yoksulluğun çözümü” yerine “yer değiştirmesi” olmuştur. Bir yıl içinde toplu konuta taşınan bin aileden toplu konut taksitlerini ödeyemeyen 120 aile icralık olmuştur. (Bartu, A. & Kolluoğu, B., 2009)
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ), 2003 yılında başlattığı konut seferberliğinin ardından büyük bir üretim potansiyeline kavuşmuştur. Bu anlamda TOKİ sosyal konutları, ekonomik, çevresel ve fiziksel, toplumsal yapıyı yakından ilgilendirir ve etkiler düzeye ulaşmıştır. Kent Mimarlığı üzerine yoğunlaşan tüm çevrelerce dikkate alınıp eleştirilen konu, sadece küçük çapta bir konut topluluğu olmaktan çıkıp, mahalleleşen bu birimlerin kent kimliğine, kent siluetine vermekte olduğu ağır tahribattır.
Bezirganbahçe’ de yaşayan hane halklarının kendilerini güvende hissetmedikleri, konutlarından ve konut çevresinden memnun olmadıkları, fırsatları olması durumunda bu konut alanlarını terk etmek istedikleri görülmektedir. (Turan,2010) Yerleşimin temel insan ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu bir oluşumda kimlik, fiziksel ve sosyal uyum gibi konulardan bahsetmek de haliyle imkânsız hale gelmektedir. Turan’ın (2010) da tezinde de belirttiği üzere konutlarda yaşayan insanların düşüncesinin konutların fiziksel şartlarından rahatsız olduğu, kullanılan inşaat malzemelerinin düşük standartta ve yetersiz olduğu, yakın çevrede toplu taşıma ağının ve alışveriş olanaklarının çok yetersiz olduğu yönündedir. Ayrıca konut alanlarının aydınlatmalarının yetersiz olduğu sıklıkla yakınılan bir durumdur. Yapılan ankette çıkan bir diğer sonuca göre; herkesin aynı tip ve büyüklükte, prototip bir konutta yaşamasını doğru bulmayanlar büyük bir kesimi oluşturmaktadır. Yerleşimin; tasarım, yapım ve yönetim bakımından Türkiye çapında yayılmış diğer TOKİ uygulamalarından neredeyse hiçbir farkının olmaması durumun ciddiyetini daha da arttırır.
Yenileme uygulamasının ardından (Erdal, N. 2010) kullanıcıların %60’ı yeni yerleşim alanını her açıdan kullanışsız ve sağlıksız bulmaktadır. Kullanışsız bulma sebeplerinin başında bahçelerinin olmayışı, doğalgaz masrafından ötürü ısınamamaları, satılan konutlarının taksitlerini ödeyememeleri, inşaatta kullanılan malzemelerin kalitesizliği gelmektedir. Ayrıca uzun yıllardır yaşadıkları çevreden ayrılmış olmak, sahip olma ve aidiyet gibi varoluşun temel gereksinimlerinden bir anda koparılmaları bütün kullanıcıların ortak sorunudur. %40’lık dilimi oluşturan konutlarından memnun kullanıcıların memnuniyeti ise, eskiye göre sahip oldukları standartların çok daha insancıl olmasından ötürüdür. Eskiden yaşadıkları Ayazma bölgesinde adeta yaşam mücadelesi veriyor olmalarına karşın orada kurmuş oldukları mekânsal düzeni özlüyorlar. Yaşayış biçimleri, kültürleri, komşuluk ilişkileri, tamamen göz ardı edilerek oluşturulmuş bir tekdüze bir kapsül içine girmek zorunda olmaktan yakınıyorlar.
Ayazma’ da müdahale edilen durum hiç şüphesiz bir problemdi. Bölgede 80 sonrası göç edenlerin derme çatma kurduğu yaşam koşulları niteliksiz, sağlıksız ve kent merkezinde yoksunluğun yaşandığı bir bölgeydi. Ancak problem doğru açıdan ele alınmalıdır; gecekondulaşma, kent ölçeğinde yalnız fiziksel bir problem olarak algılanmamalıdır. Sorun öncelikli olarak sosyal bir sorundur. Konut alanlarının, birer sosyal iletişim platformu, yaşayanlar için birer kent parçası olmaktan çıkarıp, ruhsuz, kimliksiz, cansız yatakhaneler topluluğuna dönüştürmek, hem orada yaşaması umulan insanlar açısından, hem de kent genelinin bölgeyi algılayış biçimi açısından olumlu sonuçlanması olanaksız bir eylemdir.
Kenti, tüm alt birimleriyle birlikte ele aldığımızda yapılan tekil uygulamalardaki aksaklık ve yanlışların nihayetinde kente yansıması çok daha büyük ölçekte, geri dönüşsüz olmaktadır. Kent ölçeğinde planlanan dönüşüm projeleri, planlara yansıyan veya yansımayan yeni yerleşim alanları üst ölçekten, farklı disiplinlerden (sosyoloji, coğrafya, jeoloji, şehircilik, mimarlık, vb.) ele alınıp, araştırılmadığı müddetçe sonucun geleceğe dönük, kentin doğal, fiziki, tarihi, kültürel yapısına uyumlu, uygulanabilir ve tüm bu disiplinlerin kapsamında sürdürülebilir olması güçleşmektedir. İstanbul gibi çok farklı nitelikleri, nicelikleri içinde barındıran bir kente, yapılması düşünülen en ufak bir müdahale için dahi pek çok kez düşünmek, tartışmak, sonucu farklı açılardan değerlendirmek koşulsuz şarttır. Kent kimliği veya kimliksizliği hep bu kararlar vasıtasıyla oluşur.
Kent tüm bu dinamiklerin baskısı altında kendi kimliğini korumaya çalışırken, “kimlik” bir kavram olarak her bir kentliye farklı anlamlar ifade etmekte, farklı yorumlanmaktadır. Bu bağlamda “yorumlama”nın yalnız ve yalnız kent için, kent yararına olması için yola çıkmak, bu amaç doğrultusunda çalışmak gerekmektedir.
Kenti yeniden yorumlayın; jeopolitik sınırları olan bir yer olmaktan daha çok bireylerin ve bina topluluklarının birbiriyle olan ilişkisinin çarpıştığı yer değil midir?
(Rosler, 1991)